Kuyruklu Yıldız
Bir kuyruklu yıldız ilk defa harekete geçeceği zaman nereye gitmesi gerektiğini nasıl bilir? Veya her kuyruklu yıldız kendiliğinden mi harekete geçer?
Onun bir yere gitmesi gerekmez çünkü ona verilmiş olan bu ışık, bir noktada başlayıp bir noktada bitemeyecek kadar değerlidir kendisine göre, sadece yol almalıdır o. Her kuyruklu yıldızın bir yaşam serüveni vardır kiminin kısa, kiminin uzun ama bilinmesi gereken çok önemli bir şey vardır ki: ona ayrılan sürenin bir gün biteceği ve ışığı tükendiği zaman, kendisinden önceki sonsuza kadar yol alacağını düşünen ve bu doğrultuda kendine rota çıkaran pek çok kuyruklu yıldız gibi o da evrenin zifiri karanlığında yok olacağıdır.
Bence bir kuyruklu yıldızın nereye gitmesi gerektiğini bilmesi çokta önemli değildir, ama şunu bilmelidir ki bir gün yola ya öyle ya da böyle çıkacaktır. Bazıları zorla çıkar yola, bazıları ise isteyerek. O yüzdendir ki, zorla çıkanlar zaman zaman özlem duyar eski zamanlarına ve evlerine çünkü zifiri karanlıkta yönünü bulmak çokta kolay değildir. Bazıları da isteyerek çıkar. Belki bir dürtü, belki bir merak, belki de cevaplanmamış bir soru. Çok azı kendini bulmak için çıkar bu yola. Çıkarlar çünkü farkına vardıkları bir gerçek vardır: kuyruklu yıldızın doğasıdır bir yere yol almak ve ışığını saçmak. O zaman şu soruyu sormak gerekir: O kuyruklu yıldızlar sahiden evlerini mi terk ediyorlar yoksa evlerine mi dönüyorlar? Doğasına uygun hareket etmesi bir nevi ev hissi değilmidir ki?
Yolculuğu boyunca bir çok örnek görür, bir çok öğüt alır, nasıl kuyruklu yıldız olması gerektiğini söyleyip dururlar, ama çok az kişinin öğütünü almalıdır bu hayatta, çünkü iyi ihtimalle çok az kişi bilebilir onun doğasını veya hiç kimse. O zaman ne yapmalıdır ki? İlk defa çıktığı bu serüvende gerçektende bir başına mıdır?
Bence alabileceği tek yardım kendisini nasıl daha iyi tanıyabileceği olur ve bunun cevabı elbette diğerlerinden gelebilir çünkü unutulmamalıdır ki herkes farklıdır ama aynı özden yaratılmıştır. Kendisini daha iyi tanımalı ve doğasını anlamalıdır çünkü bu hayatta tek bir soru vardır ki buna sadece kendisi cevap verebilir: “Beni mutlu eden şey nedir?” Seneca’nın yaşamın mutluluğu üzerine şöyle bir görüşü vardır: Birisini mutlu edebilecek her şey onun içindedir. Yani o, bir gün soruya cevap verecekse bu çok uzaklarda değil, kendi doğasındadır. Seneca ayrıca şöyle der:
“Bu yolculukta en çok ayak basılmış ve en iyi tanınan bu yol seni en çok aldatacak yoldur. Dolayısıyla hiçbir şey, hayvan sürüsünün yaptığının aksine, önden giden kalabalığın izinden gitmememiz ve herkesin gittiği yere değil de gidilmesi gereken yere gitmemiz gerçeğinden daha önemli değildir.”
Bazı şeylerin farkına varmıştır bile o kuyruklu yıldız:
Gelecekte daha mutlu olabilmek için şuan ki mutluluğundan feraget ediyorsun ama ya bir parçası değilsen uğrunda fedakarlık ettiğin geleceğin? Daha yeni farkına varrmamış mıydın birisinin sadece şuan ki ana sahip olabileceğini ve geleceğin şu andan çalmasına izin vermemen gerektiğini çünkü elbet bir gün yüzleşeceksin onunla zamanı geldiği zaman. Her zaman Seneca’nın şu cümlesini hatırlamalısın:
" Bugününe el koyarsan, daha az bağlı kalacaksın yarına. Böyledir bu iş: Yaşamak ertelendi mi, hızla akar geçer. Her şey yabancıdır bize. Lucilius, bizim olan bir tek şey var: zaman. Doğa, yalnız bunu, bir tek bu kaçıcı ve kaygan şeyi vermiş bize; ama onu da her isteyen alıyor bizden. "
Bu yolculuktaki belkide en büyük aldanmaya yakalandın. Maddiyatın seni mutlu edebileceğine inandın sanki alevin bir evi küle çeviremeyeceği veya kasırganın bir arabayı alıp götüremeyeceği gibi. Sahiden de akıllı yaratılmış olan bizler böyle maddi şeylere neden çok anlam yükleriz ki? Bu hayata gözlerini yumduktan sonra bir anlamı kalacak mıdır ne kadar malının olduğu? nereden biliyorsun ölümün seni yarın alamayacağını? Seneca’nın buna da güzel bir sözü vardır:
" Çok az şeyi olan değil, hep daha çoğunu isteyen fakirdir aslında. "
Bir değer üretmenin ne kadar keyifli olabileceğinin farkına vardın ve bunun getirdiği hazzı tattın. O kadar güzeldi ki senin için, onu hayatının en büyük parçası haline getirdin. Bu hazdan daha yeni uyanıyorsun, bir kış uykusundan uyanır gibi. Sen mi öğrendiğin her şeyi, yoksa bir başkası mıydı sana öğreten? Sen miydin kaderini belirleyen yoksa her şey çoktan yazılmış mıydı? En son ne zaman şükrettin ki bir sabah daha hayatta olduğun için? Hayatta olmak en güzel şey değil miydi sana verilen? Bir şeyin değerini anlayabilmen için illaki onu kaybetmen mi gerekir? Bazı kaygıların vardı bu hayatta ve bir çoğunu bakış açını değiştirerek yok edebildin, ne bekliyorsun kaderin sana getirdiği şeyleri kabullenmekten ve minettar olmaktan.